19 Temmuz tarihinde bir akşamüstü arkadaşım Sedat Kaya ile Hızırşah doğasında yürüdük. Aslında temmuz ayında doğada yürümek gibi bir fikrim yoktu. Şimdiye dek bu aylarda yürüdüğümü pek hatırlamıyorum. Bizim doğa yürüyüşlerimiz sonbaharla birlikte başlıyor, hatta ilk yağmurlarla diyebilirim. Zemin oturur, yürümek birçok açıdan daha iyi olur.
Yılar önce yaptığım birçok sayfa Datça Detay arşivinde yer alıyor, bu sayfalar mobil uyumlu değil, basit bir html ile yaptığım sayfalar. Ama içlerinde öyleleri var ki bir belgesel tadı taşıyor, bir daha yaşayamayacağım anlar, anılarla dolular. Bu sayfalarımı zaman zaman wordpress sayfalara aktarıyorum. İşte son olarak yaptığım sayfa 2011 yılında Sedat Kaya arkadaşımla Hızırşah arazilerinde yaptığımız bir yürüyüşü anlatıyor. Mart ayında bahar bütün güzelliğiyle kendini hissettirirken antik terasların arasında geçen bir yürüyüş. Bu yerleri ilk görüşüm ve buralarda birçok anısı olan birisi yanımda. Duyduğum heyacanı ve o gün yaşadıklarımdan aldığım tadı sayfalarımı takip eden arkadaşlar tahmin edebilirler. Sayfayı güncellerken o günleri yeniden yaşadım, uzun zamandır da Sedat Arkadaşımla bir araya gelmediğim aklıma gelince bir arayayım dedim. Telefon görüşmesinde ben her akşam doğada yürüyorum istersen gel demez mi? Doğayı buram buram özlediğim bir zamanda gelen bu teklife hemen tamam dedim ve saat 19.00 da Hızırşah’ta buluşup yola çıktık.
Yürüyüşe başlarken Sedat arkadaşım yeni açılan yolları gördün mü diye sordu, görmedim dedim. Hızırşah doğası içinde yürümediğim yerler yok gibi, ama her yıl Yarımada’nın bir yerini derinlemesine incelemeye çalışıyorum. Birkaç senedir de bu taraflara pek gelmişliğim yoktu, Datça Orman şefliği tarafından yeni yollar açılmış.
Badem, zeytin ağaçları arasından yürümemize devam ettik, Sedat arkadaşım nasıl yürüyelim dedi, güncellediğim sayfa da aklıma gelince bu istikamet iyi dedim. 2011 de gezdiğimiz yerlerin bir kısmını bu yürüyüşle görüp, karşılaştırma yapabilecektim. Datça ve doğası hızla değişiyor, araziler alınıyor, duvarlarla, tellerle çevriliyor. Bu güzergahta köpekler de sorun olabiliyormuş, bu da son yıllardaki gelişmelerden.
Yürürken arkadaşımın verdiği bilgileri dikkatle dinledim. Geçtiğimiz yerlerde eskiden badem ağaçları yokmuş, tütün ve incir tarımı varmış, yazları zaman buralardaki çardaklarda geçermiş. Sanırım bu birçok yerde benzerdi, çocukluğumda benim de çardaklarda, bağ evlerinde geçen anlarım oldu.
Açılan yeni yollardan Gökyer tepesi eteklerine gelmemiz kolay oldu. Bulunduğumuz bölge, buluntulara ve konuma baktığımızda antik dönemde hareketli bir yermiş diyebiliyorum. Çevrede köylülerin Seki dediği teraslar, karşımızdaki dağın üzerinde kalemsi duvarlar ve yapı temelleri gibi birçok şey bir arada. Tabii bir böyle bir yer su kaynaklarına da uzak olamaz, şimdi akmayan birçok kaynak o yıllarda akıyordu. Yürüyüşümüzde bu yerlerden geçtik.
Soldaki fotoğrafta dağın dibinde dağdan kopan ufalanmış taş yığınları görülüyor, bunlara köylüler Çarşak diyorlar. İşte dağın o kısımlarından kaleye çıkan bir yol varmış zamanında, bir keresinde araştırmıştım. Sık bir bitki örtüsü yolu kapatmış vaziyette, bu sıcaklarda zaten girilecek yerler değil. Doğa yürüyüşünü biz bugün yeni açılmış geniş bir yol üzerinde yapıyoruz, bu mevsimde sık bitkilerle kaplı arazilerde yürümek kolay değil. Sağ alttaki fotoğrafta antik teras duvarları görünüyor.
Sedat arkadaşım bir su sızıntısının önünde durdu, bu kaynak yıllar önce bahçelerin sulanmasında kullanılırmış, şimdi sızıntı şeklinde, su birikintisi yola kadar yayılmış. Burada biriken su havuzlara ( çörtek ) aktarılarak bahçeler sulanırmış. Arkadaşım o günlerden söz ederken kovalarla sulardık, şimdi insanlar tembelleşti dedi. Tabii bu su birikintisi yaban hayvanları için hala çok değerli, kuraklık ve açılan kuyularla dağlardaki kaynakların birçoğu kurudu. Hayvanlar akşam olur olmaz yerleşim yerlerinde su arayışına başlıyor.
Gökyer tepesine doğru yürüyüşümüze devam ettik, burada yol ikiye ayrıldı, hepsi yeni açılmış yollar. Arkadaşım hangisinden gidelim diye sordu, tepeye doğru devam edelim dedim.
Ve bu yoldan devam edince 2011 yılında geldiğimiz bir yere de gelmiş olduk. O zamanlar buraya Maltepesi denilen bir tepeyi aşarak doğu tarafından gelmiştik. O gezimizde beni heyacanlandıran temel taşları karşımıza çıktı. 1,5 – 2 metre genişliğinde birbirine kenetli, düzgünce uzanan taşlar. Ortada bir düz arazi. Çevredeki antik yerleşimler düşünüldüğünde kutsal alan olabilir diye düşünüyorum. Tabii uzun yıllar sonra geriye pek bir şey kalmamış. Sedat hocam tarih dersine giriyordu, aynı yıl emekli olduk. Bu konular onun da konusu bir bakıma.