Birkaç gün önce Facebook’ta Denizli Menderes Dağcılık ve Doğa Sporları Başkanı Ali Yollu arkadaşımın Denizli Çal İlçesinde yapılacak olan ” Sudan Koyun Geçirme ” etkinliğinin davetiyesi vardı. Bugünlerde Datça çok kalabalık, fazla bir hareket alanımız yok, doğa yürüyüşleri için de havalar henüz erken değil. Zamanımızın büyük bir kısmının evde bilgisayar başında geçtiği zamanlar, ne zamandır da Ali arkadaşımız bizi Denizli’ye davet etmekteydi, bir değişiklik yapalım dedim. Ekrem arkadaşımı arayıp durumu anlattım, tamam hocam deyince Denizliye gitmeye karar verdik. Etkinlik 26 – 27 ağustos tarihlerini kapsıyordu.
Ali Yollu arkadaşımızın etkinliğin yapılacağı Çal Aşağıseyit Mahallesine 26 ağustos cumartesi
günü geleceğini öğrenince biz de cumartesi sabah erkenden çıkarız diye düşündük. Etkinlik alanında çadır kurup orada kalacağız, çadır alanının belirlenmesi açısından Ali arkadaşımızın orada olması bizim için iyi olacaktı. Sudan Koyun geçirme 27 mayıs pazar günü yapılacaktı, etkinliğin önemli kısmı oydu.
Biz böyle karar vermişken 25 ağustos Cuma sabahı Ali arkadaşımız arayarak Muzaffer hocam yola çıktınız mı demez mi, bizim için karar değiştirmiş, o da cuma günü orada olacakmış. Hemen Ekrem arkadaşımı arayıp durumu belirttim onun da onay vermesiyle öğleye doğru yola çıkmak için hazırlıklara başladım.
Fotoğraf: Ekrem İpek
Bu arada Ekrem arkadaşımı arayınca geçen yıl doğa yürüyüşü yaptığımızı İdil ve Gürol arkadaşlarımızın Derinbahçe restoranda bizi sabah kahvaltısına davet ettiğini öğrendim. Kendileri Dubai’de çalışıyor, tatil için gelmişler, İdil arkadaşımızın Annesi Yazıköylü, yaşamının bir kısmı buralarda geçmiş. Tamam dedik kahvaltıyı yapıp yolumuza devam ederiz. Malzemeleri arabaya yükleyip saat 10.00 gibi Derinbahçe’ye geldim. Arkadaşlar Feribotla gelecek bir arkadaşlarını bekliyorlarmış, gecikme olmuş biz tam artık kahvaltıya başlıyorduk ki arkadaşlarımız geldiler. Güzel bir karşılaşma oldu, İstanbul’dan arkadaşları da bize katıldı, gençler insana pozitif enerji veriyorlar, onların yanında mutlu oluyorsunuz, böylece güne güzel başlamış olduk, Derinbahçe’de herşey çok güzeldi, kuş sütü eksik dedikleri türden
bir sofrada, okaliptis ağaçlarının serinliğinde kahvaltımızı, sohbetimizi yaptık. Daha sonra yolumuz uzun olduğu için arkadaşlarımızı kahvaltı sofrasında bırakıp yolumuza devam ettik.
Muğla’dan sonra Tavas üzerinden Denizli’ye oradan Ankara yoluna saptık, yola çıktığımızdan bu yana hiç mola vermedik, bir şey de yemedik. Tavas’tan geçerken kavun ve karpuz almıştık, bir markete uğrayarak, peynir, zeytin, ekmek gibi yiyecekler aldık. Su önemliydi yeterli miktarda suyumuzu da aldık. Bir müddet sonra da yol kenarında bir ağacın altında karpuz, peynirle yemeğimizi yedik. Hemen biraz ilerimizde güzel bir bağ vardı, bağlarla ilk karşılaşmamız oldu. Tavas’tan aldığımız karpuz çok güzeldi, son zamanlarda Datça’dan aldıklarımızın içi boş çıktığı oluyordu, buralar serin yerler. Denizli’ye geldiğimizde Ali arkadaşımıza telefon ederek haber verdik, burada mola vermek ister misiniz diye sordu, biz devam edelim dedik. Çal kavşağından dönerek yolumuza devam ederken Ali arkadaşımızdan telefon geldi. Etkinliğin yapılacağı Aaşağıseyit köyüne gelmeden bir çeşme var, orada bizi bekleyin diye. Sağımız solumuz bağlarla kaplıydı, yemyeşil yerler biraz gittikten sonra belirtilen çeşmeyi kolayca bulduk. Birisi çeşmeden bidonlarını dolduruyordu, arabamızdaki pet şişeleri doldurmak için beklerken arkadaşlarımız geldi. Ali Yollu ve Sadık Baydere, sıcak bir buluşma oldu. Doğa yürüyüşleri sayesinde tanıdığımız arkadaşlar, doğaya, güzelliklere aşık, paylaşmayı seven. Dünyanın en güzel yerine de gitseniz yanınızda o güzellikleri, heyacanı paylaştığınız bir arkadaşınız yoksa içi boş bir gezidir bana göre.
Suyumuzu doldurup yola çıktık. Ali yollu arkadaşımız Denizli’de avukat, Mendosk Doğa ve Dağcılık Kulübü başkanı. Kulübü geçen yıllarda kurdular, dağcılık federasyonu üyesi. Kendisi tam bir planlama ustası, birkaç sene önce birlikte Datça Karia yollarında yürüdük. Kamp kurduk, Yarımada’yı bir ucundan diğer ucuna dolaşmış olduk. Herşeyi en ince detayına kadar planlamıştı, planladığı şekilde de yürüyüşlerimizi yapmıştık. Ülkemizin birçok yerine yürümek için gidiyorlar, bizi de hep davet ederler ama benim yüzümden diyeceğim bir türlü onlara katılamadık. Bu buluşma Datça dışında ilk buluşmamız olması açısından da anlamlıydı.
Buluşmamızdan sonra Ali bey ” Arkadaşlar sizi şimdi Apollon Lermenos tapınağına götüreceğiz, oradan da kamp yerine gideceğiz. Kamp yerimiz tapınağın karşı taraflarında, Menderes’i gören bir tepede olacak ” dedi. Ve iki araba tapınağa doğru yol aldık, her yer yeşil, bağlarla kaplı, tek tük badem ağaçları gördük. Yolda karşılaştığımız köylülerle sohbet ettiler. Köy muhtarı imiş. Ali bey herkesi tanıyor buraların insanı olmuş. Bu bölgelerde Menderes yürüyüş yolunu yaparlarken pek çok kişiyle ilişki kurmuşlar, yardımlarını almışlar. Yoldaki sohbetten sonra biraz zaman kaybettik, tapınakta gün batımını yalalayamayacakmışız gibiydi. Köylerden geçtik, dağlar aştık, toz toprak bir yoldan gidiyoruz. Dörtnala koşturan atlar gibi, büyük bir toz bulutunu arkamızda bırakarak. Güneş batmak üzere, gün batımına yetişmek istiyoruz. Tabii önümüzde arkadaşlarımızın bıraktığı tozu da bolca yuttuk ama böyle zamanlarda hiçbir şey umurunuzda olmuyor. Bu bölgelerde açık renkli un gibi bir toprak var. Apollon tapınağı’na geldikten kısa bir zaman sonra karşı dağların ardında güneş battı. Heyacanla elim ayağıma dolaştı pek fotoğraf çekemedim, yukarıdaki fotoğrafları Sadık Baydere arkadaşımız telefonuyla çekti, sağolsun çok güzel fotoğraflar göndermiş. Fotoğraflar herşeyi söylüyor zaten, inanılmaz fantastik bir yer, bir film dekorunun içinde gibiyiz. Aşağıda derin bir vadide kıvrılarak akan Büyük Menderes ve Adıgüzeller barajının suları batan güneşle kurşuni renk almıştı. Yüksekçe bir yerdeydik, serin tatlı bir rüzgar yüzümü okşuyordu. Ali Yollu arkadaşımızın büyük özveri ve çabalarıyla yaşama geçirilen ” Menderes Yolu” Menderes ırmağını takip ederek köylerden, tarihi yerlerden geçiyor. Yolu belirlerken doğal, kültürel, istikametler göz önüne alınmış. Arkadaşlarıyla, çevre köylerden insanlarla nasıl bir çaba harcadıklarını biliyorum, hem de inanılmaz kısa bir zamanda. Güzergahı gördükten sonra bana da kendilerini tebrik etmek kaldı.
Gün batımından sonra vakit katbetmeden kamp yapacağımız Özcan’ın Damı’na doğru yola çıktık. Yine köylerden geçtik, inanılmaz bir toz vardı yollarda, yemyeşil bağların arasından kamp alanına doğru yol aldık. Her taraf bağlarla kaplı, muhteşem yerler. Kamp alanına hava kararırken geldik, Özcan’ın damı bağlık bir alanda küçük bir yapı, iki odalı, önünde bir sundurma var. Sadık arkadaşımız ben çadır kurmayacağım dedi, burada yatacağım, ben kurarım dedim gece soğuk olur. Ve çadırımı kurmaya başladım, Ekrem ve Ali arkadaşlarım da bana katıldılar. Çadır kurduğumuz yerin aşağısı derin bir vadi, Apollon Tapınağında olduğu gibi Menderes ırmağı parlıyor, baraj dolayısıyle nehrin bu kısımları gölet gibi. Şu an suların azaldığı zamanlar, Ali bey suyun bol olduğu zamanlarda yükseldiği kısımların izlerini gösterdi. Sabah çok güzel bir manzaraya bakarak uyanacağımızı tahmin edebiliyordum. Çadır kapılarımız manzaraya dönüktü. Serin ama üşütmeyen hoş bir rüzgar esmekteydi. Çadırlar kurulduktan sonra
yemek işine geçildi, karpuz, peynir, zeytinle akşam yemeğimizi yedik. Ali bey de ispirtolu ocağını çıkarıp yaktı, çaylar demleniyordu. Karpuz peynir dediniz mi ben yemek aramam, çocuklukta bu yana çok severim. Çocukluğum ve gençliğim Denizli’de geçti, biz domates, soğan, biber, patlıcan oldu mu yemek aramazdık. Soğanı elle kıracaksın, o zamanlar yerli domatesler, elinle ikiye bölüverirsin, bıçak değdi mi lezzeti kaçar derlerdi. Patlıcanı da aynı. Patlıcan’ın taze yendiğini çoğu kişi bilmez, dalından yeni koparılmış, çekirdeği az.
Bağ evinde konakladığımız Bahadınlar köyünden Özcan Akkaya Ali beyle iyi dost olmuşlar, buraya birçok kez gelmiş, yürüyüş rotası da evin yanından geçiyor. Bahçede tuvalet, su depoları var, elektrik güneş enerjisiyle elde ediliyor, tulumba da bulunuyor..Karpuzu kestik çok güzel çıktı, Bizim buralarda karpuzların içi geçmiş oluyor çoğu zaman bu sıralar, Tavas taraflarında hava serin daha yeni ürün alınıyormuş. Çok güzeldi, Denizli’ bereketli ve sebzeleri lezzetli bir yerdir. Geldiğimde her zaman sebze ihtiyaçlarımızı alır gideriz. Yemeğimizi yerken bir motor sesi duyuldu, çevrede bağı olan bir arkadaş geldi. Ali beyin geldiğini haber almışlar. Uzun bir zaman çobanlık yapmış.
Arada sundurmadan çıkarak başımızı gökyüzüne çevirip yıldızlara baktık, yıldızlar çok netti, samanyolu tam üstümüzde upuzun uzanıyordu. Tertemiz serin bir hava, üzümün sevdiği iklim ve topraklar. Bir ara bir yıldız kaydı, arkadaşlar bir dilek tut dediler. Karanlığı delip geçen çakal sesleri sık sık duyuldu.
Sohbet ederken gece yarısına doğru yine bir motor sesi duyduk, konakladığımız yapının sahibi Özcan Akkaya geldi. Burada birçoğunun motoru var, yanında sepeti bulunuyor. Hatta ertesi gün yanında sepeti olan bir motoru görünce Özcan arkadaş geliyor deyince Ali Yollu burada herkes Özcan demişti, sepetli motorlar çokça, tipler birbirine benziyor. Özcan Akkaya konuşkan, içten bir Anadolu insanı, konuşmalarına bakınca düşünceleri karşısında şaşırıyorsunuz. Motor sepetinden birçok kavun indirerek bunlar sizin dedi, getirdikleri içinde kola ve bazı şeyler de vardı. Dostça bir karşılaşma oldu, sundurmada yerdeki naylon hasırda oturuyorduk ve rahatsız da değildik, ama o gelir gelmez odalara girerek yer minderi ve yastıklar getirdi, bizleri minderlerin üzerine oturttu. Burada herşey var, üşürseniz içeride yatın dedi. Geç vakitlere kadar güzel bir sohbet oldu. Özcan’la birlikte köpeği de gelmişti, gece boyunca havlamaları eksilmedi, bir ara Özcan arkadaş köpeğin havlamaları karşısında aha domuzu buldu dedi. Köpeklerim vardı oradan biliyorum, her canlıya değişik ses çıkarırlar. İlerleyen saatte ziyaretimize gelen arkadaşlar gitti, bağlarını bekleyecekler. Sohbet esnasında oklu kirpilerden ve domuzlardan söz edildi, bağlara çok zarar veriyorlarmış. Onlar gittikten sonra çadırlarımıza çekildik, geç olmuştu, yorgunduk. Sadık arkadaş sundurmada yattı. Bir ara su içen köpeğin sesini duydum, bütün gece dolaştı iyice susamış. Gece oldukça serindi, uyku tulumum iyi, üşümedim. Gece boyunca duyulan köpek havlamaları ve domuzları ürkütmek için bağlara konulan aygıtların tüfek atar gibi çıkardığı sesler hiç eksilmedi. Bir zaman geliyor vücut uykuya esir düşüyor, kısa bir zaman da olsa uykumuzu almış oluyoruz.
Gece karşılarda, ırmağın olduğu taraflarda lamba ışıkları yanıp söndü, arkadaşlar balık tutanlar dedi.
Sabah erken saatlerde arkadaşların günaydın sesiyle uyandım. Uzaklardan köpeğin havlamaları geliyordu. Çadırdan kafamı uzatır uzatmaz Menderes’in o muhteşem manzarası karşımdaydı. Arka taraflar Özcan’ın bağları, domuzlara karşı etrafı elektrikli tellerle çevrili. Arabama doğru gidince nasıl bir yoldan geldiğimiz belli oldu, arabanın rengi değişmişti, üzerinde yarım santim bir toz tabakası vardı ve gri bir renk almıştı.
Yukarıdaki fotoğrafta sabahın ilk ışıklarında Menderes manzarası ve Özcan’ın getirdiği kavunlarla çekilen fotoğraflar görülüyor. Burada kavun ve karpuz susuz yetiştiriliyor, çok lezzetli, kokulu bir cins.