Birkaç gün süren yağmurlu havaların ardından tekrar güneşli bir Datça havasında uyandık, perdeyi kaldırdığımda bahar güneşinin yüzünüme vurmasıyla yüreğimde bir heyacan hisettim. Her gün yeni bir yaşamdır, ilk kez bakıyormuşuz gibi çevremizdekilere, doğaya, sevgilere kucak açarak geçireceğimiz bir zamana doğru yola çıktık, gizemli, sürprizlerle, tesadüflerle dolu bir günün başlangıcındaydık.
Başka bir ülkenin kapısından içeriye girip herşeyi unuttuğumuz, çocuklar gibi yaşadığımız bir zamandı bu. Bu masal ülkesinin sınırlarından çıkıp akşam evimize dönerken gerçeğe doğru gittiğimizin bilincinde, buruk bir mutluluk vardı yüreğimizde.
Mart ayında gelen yağmurlar özlediğimiz bahar görüntülerini tüm Yarımada’ya yaydılar. Toprak suya olan özlemini giderdi, çeşit çeşit çiçekler topraktan fışkırarak dağları, vadileri kaplamaya başladı. Bundan sonraki günlerde de bahar daha çeşitliliklerle hükmünü sürdürecek.
Sabah ilk gezimiz Hızırşah arazilerinde oldu, gezinin bu kısmı arkadaşım için de sürprizdi. Bir gün önce Hızırşahlı öğretmen arkadaşım Günay Pıçak ile pazaryerinde karşılaştığımızda onun bahçesinden çağla toplamak için sözleşmiştik. Arkadaşımla buluştuktan sonra Hızırşah’a gittik, ilk işimiz tepelerden bu güzel manzarayı izlemek oldu. Karşıda Kocadağ ( Bozdağ ) ve Yarıkdağ görülüyordu. Artık Yarımada’da hakim renk yeşil, badem ağaçları ve zeytinlerle kaplı düzlükleri yeşil çimenler kapladı. Bahar yağmurları doğanın ve çiftçilerin yüzünü güldürdü.
Hızırşah manzarası, karşı tarafta Ege Denizi görülüyor.
Emekli öğretmen arkadaşım Günay Pıçak’la buluşup badem bahçelerine doğru yola çıktık, daha önce geçtiğim toprak yollar, karşı taraftaki Gökyer tepesine çıkmıştık. Etrafı dağlarla çevrili araziler, teraslar şeklinde, rüzgarlardan korunaklı, çoğu zaman ılıman bir iklimin sürdüğü bir doğa. Arkadaşlarım çağla toplarken ben fotoğraf ve videolar çektim. İnanılmaz güzel bir doğanın içindeydik, her taraf yemyeşildi, toprağı çok az yerde görebiliyorduk, yeşilliklerin arası papatyalarla kaplanmıştı. Sessizliği kuşların ötüşleri bozmaktadı. Kötü havaların ardından güzel bir hava geldiğinde onların ötüşleri de farklılaşıyor, mutluluk şarkıları gibi, bunu doğada birçok kez gözlemledim.
Bugün bu bahçede oluşumun nedeni yakınlarıma göndermek üzere badem toplamak içindi, onlara kendi elimizle, ağaçlardan tadarak çağla topluyoruz. Her cins bademin çağlasının tadı farklı oluyor, bazen iklim ve toprak bile bunu etkileyebiliyor. Geçen yıl Kumyer’de Şener Ören arkadaşımızın baçesinden çağla toplayıp, yakınlarıma göndermiştim. Bazı cinslerin çağlası güzel oluyor, bugün çağla topladığımız ağaçların çoğu Kababağ denilen cinstendi. Arkadaşıma baçesinde Kababağ denilen cinsin neden daha fazla olduğunu sordum, ekonomik açıdan daha değerli badem cinsleri varken. Arkadaşımın cevabı; Kababağ denilen cinsin hemen hemen her yıl ürün vermesi şeklinde oldu.
Topladığımız çağlalar oldukça iriydi, baktığınızda artık bunlar kartlaşmış diye düşünürsünüz ama o iriliklerine göre çıtır çıtır tazeydi, bunu başka yerde göremezsiniz.
Arkadaşımın Babasından kalma araziler, etrafını tellerle çevirmiş, bir kapı yaptırmış. Bu Datça’da pek görülen bir durum değil. Arkadaşım bu durumu açıklarken ” Burası makilik, çalılık bir alandı, çevresini temizledim, okuldan vakit kaldıkça buraya gelip ağaçlar diktim. Bademin en büyük düşmanı domuz, bademciliği bitirecek, genç fidanları anında kırıp atıyor, baş edilemiyor. Doğadaki hayvanları seviyoruz ama biraz da vatandaşı düşünmek lazım, buna bir önlem almak gerekiyor. Herkes benim gibi arazisini çeviremez, buna gücü de yetmez ” derken, tarlalar çevrildiğinde de zaten bu doğanın bir özelliği kalmaz dedim. Maalesef benzer durumlar dünyanın birçok yerinde yaşanıyor, belgesellerde görüyoruz. İnsan nüfusu çoğaldıkça doğanın en bakir alanlarına kadar yayılma devam ediyor. Yaban dünyasındaki dengeler avlanma, zehir atma gibi nedenlerle bozuldu, domuz nüfusunu dengede tutan düşmanları yok oldu. Geçiş yerlerinin, beslenme alanlarının insanlar tarafından zaptedilmesi de aklıma gelen nedenlerden. Dağlık araziler domuzların saklanması için oldukça uygun yerler, geçit yerlerinde bir akşam üstü oturup beklerseniz onların dağlardan sürüler halinde badem ve zeytin bahçelerine inişlerine tanık olabilirsiniz, ben bunu birçok kez bizzat yaşadım.
Badem ağaçlarının bence asıl düşmanı gördüğüm kadarıyla kanser hastalığı, üreticileri oldukça zor durumda bırakan bir durum. Zaman zaman üniversitelerden gelenler olmuş araştırma için ama bugüne kadar çaresi bulunmuş değil. Bir ülkede üniversiteler aslında bunun için varlar, eğitim verdikleri dallarda bilimsel araştırmalar yapmaları gereken, bilim yuvaları olması gereken yerler. Badem üreticileri dededen kalma bilgilerle, kendi tecrübeleriyle birşeyler yapmaya çalışıyorlar.
Aşılanmış küçük bir ağacın yanında cinsini sordum Hakkı Usta bademi dedi arkadaşım, yaprakları diğerlerine göre ince, uzundu. Badem cinsleri arkadaşımın dediğine göre yapraklarından hemen tanınırmış. Bunu hemen orada test ettik, tabii bizim anlammamız için daha çok zaman lazım. Hakkı usta bademini neden aşıladığını sorduğumda erken ürün veren bir cinsmiş, böyle olunca ilk çağlaların fiyatları oldukça yüksek oluyor. Üreticiler bahçelerinde bu tür bademi bulundurmak istiyorlar.
Badem ağaçlarının arası papatyalarla kaplıydı, önümüzdeki günlerde başka çiçekler de onlara katılacak. Bu arada baharın müjdecisi İbibik kuşunu da gördüm, fotoğrafını çekmek mümkün olmadı, hemen uçuyor. Geçmiş yıllarda birkaç kez fotoğrafını çekebilmiştim. Bu aylarda Yarımada’ya yavrulmak için geliyorlar sanırım, bahar geçtikten sonra hiç rastlamadım.