Güneş ve Bahar yaşamımızda her zaman yeri olan kelimeler, kızlarımıza da isim olarak onları yakıştırmışızdır. Ben isimlerin önemli olduğuna inanırım, zamanla o kelimelerin anlamlarına benzer davranışları, yaşamımızdaki yerleri. Güneşli, baharın doya doya yaşandığı bir Yarımada’da yaşıyoruz ve buraya geldiğimden bu yana tatilleri, baharları, güneşli günleri özlemedim diyebilirim taa ki 4 mart çarşamba gününe kadar. Nedenini açıklamam gerekirse, zaten hep tatilde gibi yaşadığımız bir yerdeydik, güneş te çoğu zaman kendini gösterir, bahar dersen her mevsim baharın yaşandığı topraklar…Oysa buraya gelinceye kadar bahar çok daha başka anlamlar taşırdı benim için, ağaçların çiçeklendiğini gördüğüm o ilk anlar, ne kadar heyacanlanırdık, soğuk, kasvetli günlerin bir zaman için de olsa son bulduğu anlar, umutların, sevinçlerin yeşerdiği. Onun için paylaştığım fotoğraflara bakarak ah orada olsaydım, buraya da bahar bir gelse gibi iç geçirişlerin yaşandığını tahmin edebiliyorum. Ama ben her zaman söylerim en büyük bahar yürekte yaşanandır, nereye gidersen git, hangi iklimde olursan ol.
4 Mart çarşamba gününe gelirsek, bu sıralar biraz yalnızlık çektiğim günler, eşim torunumuza bakmak için uzaklarda, arkadaşım Ekrem de işleri nedeniyle oldukça uzaktalar. Bu yalnız günlerin üstüne kasvetli, yağmurlu havalar da arka arkaya gelince doğada gezmeye alışık biri olarak biraz sıkıldım, böyle güneşi özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi, Çarşamba günü işte, güneşli güzel bir hava vardı, Mesudiye’den başlayarak güneşin ve baharın tadını doyasıya çıkardım. Güneşte yıkandım, yüreğimdeki bulutlar dağıldı, güzel fotoğraflar çekerek evime döndüm.
Bu sayfamda değineceğim konulardan biri de uzak olmak, birbirimizden gittikçe uzaklaşmak…Can Yücel ” En Uzak Mesafe” şiirinde bunu çok güzel anlatır. ” En uzak mesafe ne Afrika’dır, Ne Çin, Ne Hindistan, Ne Seyyareler, Ne Yıldızlar geceleri ışıldayan. En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir, Birbirini anlamayan. Can Yücel ” O kadar yakındaydık ama o kadar da uzaktık birbirimize…
Mesudiye’nin virajlı, nehir gibi aşağılara doğru akan yollarından giderken bir yandan da manzarayı izliyordum, güneş ışıl ışıl parlıyordu. Tam bir bahar havası, kuzeyden esen tatlı bir rüzgar, sağlıklı Datça havası dediğim havalardan. Mezgit’te durarak karşı yamaçlardaki sıcak yeşille donanmış arazilerin fotoğrafını çektim. Çiçeklerin ve badem ağaçlarının açık yeşil tonlarının arasında zeytin ağaçları koyu yeşil tonlarla kompozisyonu tamamlıyordu.
Biraz daha gittikten sonra Mesudiye ovasının görüldüğü yerde fotoğraf çekmek için durdum. Biraz ileride İki tepe arasından ( Adakısık ) akan deredeki çağlayanların sesi geliyordu, bu yıl dereler coştu.
Hemen yolun karşı tarafındaki taş duvardaki oluklardan sular akıyordu, üst taraftaki kaynaktan gelen sular.
Biraz ileride ineklerini otlatan Bertan Türkcan beni görünce yola çıktı, sohbet ettik biraz, Datça’nın birçok yerinde keçi çobanlığı yapmış, her tarafı bilirim diyor.
Gezime Mesudiye Kızılbük’ünden devam ettim, Hayıtbükü koyunun biraz ilerisinde güzel bir yer, Kızılbük’e giden yoldaki tepeden Hayıtbükü böyle görünüyordu, yol kenarındaki çiriş çiçeklerinin arkasından manzaraya baktım.
Pamuklan dediğimiz dağ gülleri burada açmışlar, yakında bütün dağları beyaz, pembe renkli çiçekleriyle inanılmaz bir güzelliğe kavuştururlar. Sarı renkli çiçekleriyle Katır tırnakları mavilerin içinde manzarayı zenginleştiriyor. Denizin üzerinde güneşin yansımaları, bugün güzel bir gün diyordu.