13 Ocak günü arkadaşım Ekrem İpek ile buluşup yola çıktık, bir planımız yoktu ama hava müsait olursa Çağlayanları görmek istiyorduk. aralık ayından bu yana yağmur hiç ara vermedi, ocak ayında hemen hemen her gün yağmur var diyebilirim. Hava durumunda pazar günü yağmur göstermiyordu, kısmen de olsa güneş var görünüyordu. Tabii yağmurlardan şikayet etmiyorum, kurak mevsimlerin yaşandığı yıllar.
Hızırşah Pustular’a geldiğimizde hiç te beklediğim gibi bir hava yoktu, güney ve batı tarafları yağmuru gösteren koyu bulutlarla kaplıydı. Pustular’da Kocadağ sisler içinde kaybolmuştu, asfalt oldukça ıslaktı, belli ki buralara yağmur yağmış. Gece bizim oralara yağmur yağmadı. Güneyden esen soğuk bir rüzgar vardı. Gezim boyunca video çektim, YouTube sayfama yükleyeceğim, hazırladığım videoyu isterseniz Facebook Datça Detay veya YouTube Muzaffer Özgen kanalımdan izleyebilirsiniz.
Havayı böyle görünce Betçe tarafına gitmeye karar verdik, ne zamandır gitmemiştik. Yol boyunca sis vardı, Sındı kavşağında durduk, Sındı dağları sisler içindeydi, bu manzaranın fotoğrafını çekmeden geçmek olmazdı. Buralara da yağmur güzel yağmıştı, yerler oldukça ıslaktı. Yazıköy’e kadar gittik, kahvelerde, yollarda insanlar vardı. Belen köyden geçtik ilgimizi çekecek bir şeyler görürüz dedik ama yoktu, bademlerde bir hareketlilik göremedik. Şubat’ı beklicez gibi, bu denli yağmura karşın doğada bir uyanma göremedim. Ot zamanı, konuştuğum kişiler yağmurlardan otlar kendini gösteremedi dedi.
Palamutbükü’nde hava açtı, pazar kurulmuştu, dışarıdan ve yöreden gelen satıcılar vardı. Palamutbükü’nün kışın pek manzarası olmuyor, upuzun düz bir sahil, bazı kısımlarda ılgın ağaçları olsa da. Kurma dağından manzara güzel olur, ışık güzel değildi, oyalanmadan yolumuza devam ettik. Hep fotoğrafını çektiğimiz yerler, aynı yerleri defalarca çektik, yeni görüntülere ihtiyaç var. Çok değişik bir ışık olabilir örneğin.
Hızırşah taraflarında hava açmış görünüyordu, zaman kaybetmeden Pustular’a doğru hareket ettik. Pustular’dan Aşlama tarafına saptık, çağlayanlara gidelim dedik, bahar havası gibi bir hava vardı. Aşlama yoluna girer girmez aklıma geldi, geçenlerde Sedat arkadaşım buradaki mağarayı gördün mü demişti, karşıdan da mağarayı göstermişti. Buraları adım adım gezdim ama ilginçtir sözü edilen mağarayı görmemiştim. Ekrem arkadaşımla mağarayı görmek üzere patika yola girdik, yol oldukça kullanılmıştı. Çobanların uzun yıllar ağıl olarak kullandığı bir mağara, yürüdüğümüz patika yolu ona bağladım. Datçadaki mağaraları belgelediğim Datça Mağaraları sayfamda da belirttim, mağaraların pek çoğu bu amaçla kullanılmış. Son yıllarda çobanlar azaldıkça bu mağaralar kullanılmaz oldu.
Birçok mağara gördüm gördüklerim içinde en büyüklerinden, yüksekliği de fazla, yolun neden çokça kullanıldığını da mağaraya gelince anlamış olduk. Kaya tırmanışçılarının tırmandığı yerlerden, adım başı klipsler var. Daha önce tırmanan arkadaşları izlemiştim hatta Ekrem arkadaşımla biz de denemiştik. Böyle oyuk yerleri, kayalarda girintiler şeklinde oluşumların olduğu yerleri kullanıyorlar. Alternatif turizm açısından da son yıllarda gözde spor dallarından ama ülkemizde birçok şey gibi bunda da bir düzensizlik görüyorum. Hızırşah çevresindeki dağların, oyukların birçoğunda tırmanmak için kayalara çakılmış bu malzemeleri görebilirsiniz. O da yetmedi, Karaköy Kanyonu, ve daha bilmediğim yerlerde bu çakılmış malzemeler var, Kanyon’a gittiğimde görmüştüm. Adını yöredeki çobanlardan öğrendiğim bu mağaranın adı Koca Kara İn mağarası imiş. Karain diye mağaralar var değişik yörelerde. Mağarayı gezerken klipslere basktıkça kafamda bazı sorular oluştu; herkes kafasına göre bulduğu her yere bu malzemeleri çakabilir mi, bunu düzenleyen bir oluşum var mı? En azından doğal hayatı koruyan kuruluşların bu gibi yerleri göstermesi gerekmez mi? Kızıl İn’in karşısında her yıl yumurtlayan Tavşancıl kartalı artık gelmiyor bildiğim kadarıyla. Bu rotalar Dağcılık Federasyonu bünyesinde mi yapılıyor, merak ettiğim konular. Yüzyıllar içinde oluşmuş traventer şeklindeki bu eşsiz güzellikler zarar görür mü?
Hava açmıştı, çağlayanlara gidelim dedik, Aşlama’da yolumuza devam edip yeni açılan Kızılbük orman yoluna girdik. Yol kenarında arabamızı park edip çağlayanlara doğru patika yoldan yürüdük. Daha önceki yıllarda Aşlama’dan başlayarak patika yollardan gittiğimiz yerler. Böyle yoldan ulaşmak kolay, zaman sınırlıydı. Çağlayanların olduğu Kocadere’ye akan yan derelerden birine indik, buralarda da güzel çağlayanlar var, gelmişken bakalım dedik ama birkaç yerde oldukça tehkikeli heyalan bölgesine rastlayınca geriye döndük. Bu yıla kadar böyle bir şey görmemiştim, yağan yağmurların etksisi olsa gerek.
Dereden yüksekten çağlayarak akan çağlayana geldik, üçüncü büyük çağlayan. Buradaki çağlayan’ın biraz ilerisinde eski bir su değirmeni var, kalıntıları duruyor. Yine bu çağlayandan içeriye doğru, dar bir vadide güzel bir çağlayan var, seramik sanatçıları tarafından yapılmış gibi dekorlara sahip, geçen yıl sular güçlüydü gidemedik bu yıl daha güçlü. Dereden ilerlemek gerekiyor.
Geriye dönerek ilk iki çağlayanı görüntüleyelim dedik. İşte benim en hoşuma giden çağlayanlar, derin, dar bir vadi, yükseklerden dökülen sularla oluşuyorlar. Su bu yıl çok güçlü akmakta, kış yağmurlarıyla doğada oluşan güzellikler. Buradan inerken dikkatli olmak lazım, destek olarak bir ip bulunduruyorum, dikkatli olmak iyi bir şey.
Buradan diğer şelaleye geçme hazırlıkları yaparken yağmur yağmaya başladı, havaya aldanarak korunacak bir şey yanıma almadım, fotoğraf makinam bayağı ıslandı, arabada yağmurluğum vardı oysa. Arabaya geldikten sonra yağmur daha da hızlandı. Ormandan çıkar çıkmaz günlük güneşlik bir havayla karşılaştık, oldukça şaşırdım. Gelecek günlerde nasipse güneşli bir havada buraya tekrar geleceğiz. Tadında bıraktığımız bir gezi oldu, bazı şeyler yarım kalınca daha heyacanlı oluyor.