11 nisan Salı günü arkadaşım Ekrem İpek’le Hurmalıbük derelerinde yürüdük. Bu yürüyüş büyük bir ihtimalle arkadaşımla Datça yaban doğasındaki son yürüyüşümüz olacak. Çok özel bir doğa, derin vadiler, çağlayanlar, yaban yaşamının canlı olduğu alanlar. Hiç ara vermeden 8,5 saatlik bir yürüyüşten sonra arabamıza ulaşabildik, engebeli, taşlık, kayalık bir arazide insan sınırlarını zorlayan bir yürüyüş. Bu eziyete neden katlandığımıza gelince, her geçen gün çeşitli engellerle karşılaşan yaban dünyasını takip etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Datça doğası ile ilgili ayrıntılı bir arşiv de oluşmuş oluyor. Geçenlerde yürüdüğümüz bir arazide yaban hayvanları için kurulan tuzaktan söz etmiştim, daha başka değişik şeyler de oluyor. Bu yürüyüşler sonrasında Datça Yarımadasında yaşayan pek çok canlıya ait izleri, yaşam alanlarını da belgelemiş olduk.
Hazırladığım haritada endemik Datça hurmasının yaygın olduğu alanlar görülüyor, bu yerler dar, sarp vadiler şeklinde, yağmur mevsimiyle birlikte akmaya başlayan derelerden sulanıyorlar. Bütün mevsim boyunca akmaya devam eden kaynaklar da var. Harita konusunda bazı çekincelerim vardı, orman şefliğine kadar gittim. Bu Datça Hurmalarının en yoğun olduğu dereler, Kuzey’e akan Eksera deresi, güneyde Karaali deresi,Kovalıca deresi, Kara Süleyman Deresi diye geçiyor, fakat Hurmalıbük’e akan ve Datça Hurmasının en yoğun olduğu derelerden olan bir derenin adı belirtilmemiş ben buna Kurmalıbük deresi diyorum, haritada da bu şekilde gösterdim. Arkadaşımla bu yürüyüşe Kovalıca deresinin Yangın kulesi taraflarından başladık, Hurmalıbük’e indikten sonra Karasüleyman deresinden devam edip, Hurmalıbük deresinden dağlara çıktık. Böylece Datça hurması ağaçlarının yoğun olarak bulunduğu üç dereyi geçmiş olduk. Bu yürüyüşümüzle bu coğrafyanın tümünü adımlamış olduk. Bu çok özel doğayı tanıtmanın zararından çok yararı olacağını düşünüyorum, üzerine titrememiz, korumamız gereken değerlerin nasıl değerler olduğunu bildiğimiz taktirde bu yarımada için daha duyarlı olacağımızı sanıyorum. Tabii bizim duyarlı olmamız yetmiyor, kanunların, planların da bu doğa için özel olması gerekiyor. Datça Yarımadası’nı bekleyen asıl tehlike burada yatıyor.
Konumuz Datça hurması, bu konu ile ilgili pek çok yayınım oldu, bu Yarımada’ya ait bu bitkilerin korunması, onları bekleyen tehlikeleri pek çok kez paylaştım. Tabii yazmakla, konuşmakla onlar korunmuş olmuyor. Ciddi önlemler almak gerekiyor, en önemli tehlike şu anda Kırmızı palmiye böceği ki, Datça hurmalarına oldukça yaklaştı. Mücadelesi çok zor, ilk başlarda ciddi önlemler almak gerekiyordu. Bugün Yarımada’da gezdiğimiz her yerde onların yıkımlarını görüyoruz. Palmiyeler yanan bitkiler değil, içlerine ilaç vermek gibi bir şey var ama o da çokça iyi bir çözüm değil. En garantili yol kurtlu ağaçların sökülüp kazılan çukurlara üzerine kireç dökülerek gömülmesi, bunun da ülkemizde ne kadar zor uygulanacağını tahmin edersiniz. Bu zararlının ülkemize gelmesi Mısır’dan ithal edilen palmiyelerle olduğu söyleniyor, ki bu şekilde ülkemizdeki bitkilere gelen birçok zararlı var. Çiftçiler ilaçla baş edemiyorlar. Modern bir ülkede karantinadan geçmeden ne bir bitki ne bir hayvan sokamazsınız. Diğer taraftan insanımızın egzotik bitkilere, palmiyelere bir ilgisi var. Yabancı bitkilerin o doğaya ne gibi etkileri olabileceğini düşünmüyoruz. Parklarımızda, yollarımızda hala biraz sonra fotoğraflarını göreceğiniz bu güzel palmiyeler kullanılmıyor. Datça’yı temsil eden bu güzel ağaçlar şehrin girişinde Datça’ya geldik dedirtecek güzelliği yaratabilirlerdi. Datça hurmaları Datça dışında birkaç bölgede daha varlar ama az sayıda ve görünüşleri daha farklı. Bu sarp vadileri evleri olarak seçmişler, onlara baktıkça içimizde bir sevgi oluşuyor, saygı duyuyoruz.
Yaban hayatı bu sıralarda hareketli, yürüyüşümüzün başında arkadaşımın dikkati sayesinde karşı yamaca tırmanan yaban domuzunu gördük. Çalılar neeniyle çok net çekemedim. Oldukça büyük, azılı cinsten, tepede bir çalının arkasına girip kayboldu. Büyük ihtimalle yatağı oradadır. Bu hayvanların en hassas duyu organı burunları, görme olayı biraz zayıf doğadaki deneyimlerimden biliyorum. Büyük ihtimalle bizi farketmedi. Yürüyeceğimiz dereye akan bir koldan yürümeye başladık, dere yatağını kuru görünce biraz üzüldük. Kuru bir derede yürümek pek iyi olmuyor.
Biraz gidince çağıldayan suyun sesi duyulmaya başladı, bu bizi oldukça sevindirdi. Bu mevsimde de suların akması hurmalar ve canlılar açısından güzel bir şey. Suyun sesi oldukça güçlü geliyordu, Kovalıca denen kaynaktan akan sular.
İlk başlarda tepelerden yürümeyi seçtik, çok dik araziler. İlk gördüğümüz Datça hurmaları top şeklindeki o güzel görünüşleriyle birbirine sokulmuşlardı. Datça hurmaları tohumların dışında dipten verdikleri sürgünlerle de topluluklar oluşturuyorlar. Datça içinde Ambarcı caddesi kavşağında, hükümet binası önünde görebilirsiniz. Belirleyici özellikleri var; burada görüldüğü gibi top şeklinde görünüyorlar, dalları yay şeklinde, maviye kaçan bir yeşil, diplerinden sürgün veriyorlar. Ama deneyimlerime göre bazen aldanabiliyoruz, en belirgin olarak ben dallarının 40-50 cm lik kısımlarındaki iri dikenleri görüyorum. Meyvaları oldukça küçük, tepedeki dalların arasında korunmuş oluyor, dışarıya doğru sarkmıyor.
Çok eğimli bir araziden aşağıya doğru iniyoruz, engebeli arazilerden hızla akan sular çağlayanlar oluşturuyor ki bu dere üzerinde sayamayacağımız kadar çoktu. Bazıları oldukça yüksek oluyor, dere Hurmalıbük koyuna doğru derin vadilerin içinden akıyor. Hurma ağaçları çoğunlukla tabana yakın oluyor, suyu seven bitkiler. Bu nedenle dar bir alanda sıkışan bitkiler, dikenli dallarıyla geçit vermiyorlar. Bu engellere su da eklenince dik yamaçlara tırmanarak dikenli bitkilerin arasından yürümemiz gerekti.
Datça hurmaları diğer makilerle içiçe, bazen tünel gibi yerlerden geçmemiz gerekiyor. Sağ altta gördüğümüz kurumuş gövde 3-4 yıl önce de vardı, yeni olsaydı endişe duyardık. Nedenini bilemiyorum.