Merhabalar, size bu satırları soğuk bir pazar günü yazıyorum, soğuk her yerde var şu sıra, tabii ki Datça’da da. Karlı tepelerden savrulup gelen rüzgarla soğuğu daha fazla hissediyoruz. Paylaşım sitelerinde arkadaşlarımın paylaştığı birbirinden güzel kar fotoğraflarını izliyoruz. Bizim buraya bile yağmış, bazı arkadaşlar paylaşmış ama soğuğun her zaman kuvvetli hissedildiği bir bölgede olmamıza rağmen biz göremedik. Yüzüne kar taneleri çarparken, ilk yağdığı anları daha çok severim. Doğanın her hali güzeldir bakmasını bildikten sonra. Her mevsimin kendine özgü güzel yanları var, tabii tuzun biraz kuru olmalı. Çocukluğumda yaşadığımız yere kar birkaç kez iyi yağar, bir hafta kalkmazdı. Akşama kadar karın içinde sokaktaydım, tabii annemden yiyeceğim dayağı hiç umursamadan. İçimden gelen sesi susturmak kolay mı o zamanlar. Odun, ayakkabı, giysi, böyle zamanlarda hep önemli olmuştur bizim için, şimdi çocuklar daha şanslı bizlere göre. Ama bizim de kendimize göre çok şanslı olduğumuz yönler vardı; İnanılmaz güzel bir doğada büyüdük, sıcacık sevgi dolu insanlarla. İnsanı, doğayı, hayvanları sevmemiz hep ondandır. Ayakkabımız delikti, zaman zaman ceketim bile olmadı ama bizi ısıtan bir sevgi yumağının içinde büyüdük. Bu insan bize bir kötülük eder mi endişesi duymadan.
6 Ocak tarihinde arkadaşım Ekrem İpek ile buluşmak için sözleşmiştik ama buluşacağımız gün kuvvetli bir lodos rüzgarı esmeye başladı ama o gün bir hava almak şart olmuştu. Arkadaşımla buluşup Hayıtbükü’ne doğru yol aldık, herhangi bir planımız yoktu, zamanın bize neler göstereceğini merak ederek. Geçen yıllarda Hayıtbükü’nde böyle lodoslu bir havada fotoğraflar çekmiştim, Hayıtbükü fotoğraf çekmek açısından her zaman cömert, kollarını açıp sizi karşılıyor. Bu kez de öyle oldu, burada kaldığımız 2-3 saat içinde arkadaşımla çok güzel fotoğraflar çektik. Bu anlarımızı güzelleştiren karşılaşmalar da vardı. Mehmet Ali Yalçınkaya arkadaşım bu güzel anları kaydetmek için oradaydı. Bir de bizi bir an bile olsun yalnız bırakmayan av köpeği.
Sahildeki dalgaları izledikten sonra cadde boyunca fotoğraf ve video çekerek yürüdük. Hayıtbükü’nden Kızılbük’e gidilen sahil dalgalarla kaplıydı, karşı tarafa geçemedik. Video demişken arkadaşlar bu sayfamda bu güzel anların videosunu paylaşıyorum, inanılmaz güzel görüntüleri bir müzik eşliğinde izlemek istemez misiniz. Hayıtbükü’nü bir de böyle görün. O zaman sayfamın sonundaki videoya tıklayın, orada sadece görüntüler yok benim duygularım da var. O görüntüleri çekerken etkileniyorum, videoları bir araya getirirken, müziği seçerken heyacan duyuyorum.
Hayıtbükü uzak bir adadaki balıkçı kasabasını andırıyordu, sahile çekilmiş, mendireğe bağlanmış birçok kayık, ıssızlık, sessiz görüntü bu havayı veriyordu. Koya ilk girdiğimizde oldukça büyük dalgalar sahile sık bir biçimde geliyorlardı, rüzgarla birlikte şarkılarını söyleyerek. Bu kısımda mendireğin etkisi ile dalgalar küçülüyor, sahilde dantele benzeyen şekiller oluşturuyorlardı. Tabii bizim için güzel görüntülerle dolu romantik bir zamandı yaşadıklarımız, ama teknesi olanlar için bu fırtınalı havalar hep tedirginlik dolu bir zaman olmuştur. 20 yıl bu duyguları yaşadım, fırtınanın, yağmurun en kuvvetlendiği zamanlarda uykusuz kalmışımdır, Şimdi böyle havaları ve yağmur delice yağarken uyumayı sevmemin nedeni budur belki de.
Arka arkaya, hışımla gelen dalgalara baktıkça ne kadar da benziyoruz doğaya dedim, biz onun bir parçasıyız ama annesinden koparılmış bir çocuk gibi elimizden çekip alıyorlar. Ha bir çocuğu annesiz koymuşsun ha bir insanı doğadan koparmışsın. İçinde hep o özlem, eziklik ve acı olur ama nedenini annesizlik gibi hemen anlayamazsın. Doğadan farkımız onda yalan yok, hırs yok, kin, nefret yok, onun için onunla uyumlu yaşamını sürdürenlerde bu duygular hep azalmıştır veya yok olmuştur.
Klavyenin başına geçtikten sonra heyacanlandım, ilk kez yazı yazıyormuş gibi. Yüreğimdeki fırtına dedim başlığa, tuşlara dokunurken bir esinti başlıyor yüreğin vadilerinde. Bazen bir meltem gibi, bazen bir fırtına oluyor. Bazen ılık bazen şimdi esen soğuk poyraz gibi. Söylediklerimin yanında söyleyemediklerim öyle çok ki! Fırtınayı belki de onlar oluşturuyor, yağmur olup boşalmadıktan sonra da fırtınalar dinmeyecek gibi. Yağmur demişken bu sert rüzgarın arkasından kuvvetli bir yağmurun geleceğini biliyordum, yağmur yağmadıktan sonra çoğu kez fırtınalar dinmez. İçindeki sıkıntıları, acısını gözyaşlarıyla boşaltan birisi gibi doğa da yağmurla rahatlar. O günün akşamı uzun zamandır yağmayan bir yağmur yağdı, toprak, doğa suya doydu. Bu sabaha kadar yağmur vardı ama her yağmurdan sonra olduğu gibi sert, soğuk bir rüzgar ben buradayım deyiverdi.
Adatepe’ye tırmanarak yukarıdan fotoğraflar çektik, çok güzel bir ışık vardı, Hayıtbükü’nü böyle bir havada izlemenin tadına doyum olmadı. Gökyüzü bulutlarla kaplıydı, bulutların arasından süzülen ışık doğal bir stüdyo oluşturuyordu. Işıklar yakılmış, modeller yerini almış. Bu sabah Facebook’a bakarken bir arkadaşımın paylaşımını gördüm, yabancı bir ülkede, o ülkenin vatandaşı. Yazının tercümesi ” Güzel bir gün sıra sende dostum ” diyordu. O gün Hayıtbükü’nde bu duygular içindeydim, güzel bir gün sıra bende. Sağlıklı, huzurlu, çocuklarımızla, sevdiklerimizle olduğumuz her gün güzeldir benim için. Özel bir şeylere gerek yok, güzeli görmek, güzele sevdalanmak yapımızda olan bir şey. Sıcacık bakan bir çift göz, usulca gülümseyen dudaklar, rüzgarda uçuşan saçlar, rüzgarla dans eden dallar, dalgalar, yavaşça yere düşen kar taneleri, işlerine, evlerine giden adımlar, say sayabildiğin kadar. Umut hep olmalı, sevda hep olmalı, üretebilmeliyiz güzele dair, sevdaya dair, geleceğe dair şeyleri. Ben kendim için hep derim üretemediğim gün ben yaşamıyorumdur. Üretmek doğayı, dünyayı yok etmek için olmamalı, benimki sanatsal bir üretim, içinde para, hırs olmayan.
Hayıtbükü’nde hep yanımızda olan av köpeği Adatepe’de de bizi yalnız bırakmadı, hep manzaranın içindeydi, yanıbaşımızda uzun yıllardır tanışıyormuşuz gibi. Onun varlığı yaşamımıza bir renk kattı. Av köpeklerinin sahibi yoktur diye söylemeşimdir zaman zaman, benim de bir zamanlar iki tane vardı. Onlar doğadan kopamazlar, doğaya giden herkesin peşine takılıverirler, orada oldukları sürece de sahiplerini pek aramazlar. İçgüdüleri onları o şekilde yönlendirir, vay hain, sadık değilmiş falan demek onları tanımamaktır. Köpek beslerken onların özelliklerini iyi bilmek lazım, av köğeğini bir apartman bahçesinde beslemek, bağlamak ona yapılmış bir kötülük bence. Doğada özgürce koşmak, koklamak için yaratılmışlar ve onlar doğadayken bir başka dostturlar. Gözünüzün içine bakarlar minnetle. Hayvan seviyorum diye onlara eziyet eden, bencil duygularını tatmin eden ve onları tatil yerlerinde bırakıp gidenler yok değil.
Arkadaşımla Adatepe’nin kayalıklarına tırmandık, tabii ben kayaların en tepesine bu kez çıkmadım. Çok kuvvetli bir rüzgar vardı, soğuk bir rüzgar. Arkadaşımın kayalara oturup manzarayı izlediği anlardaki görüntüsü çok güzeldi. Koyda rüzgar kendini fazla belli etmiyordu ama burada açık denize bakarken ne denli güçlü estiğini gördük.
Hayıtbükü Mendirek
Mendireğin kayalıklara bakan kısmında dalgalar kayalara çarpıp havaya savruluyorlardı, bu anları videoya çektim.
Yukarıdan koyun manzarası, renkler çok güzeldi, inmemize yakın kıyıda bir pislik oluştu, nereden nasıl geldi bilemiyorum. Fırtınanın bir görevinin de denizleri temizlemek olduğunu kıyıya vuran pisliklerden, atıklardan, yaşamı sona ermiş canlılardan görmüşümdür. Deniz bu fırtınalarda içindeki pislikleri atar. Bizim de zaman zaman bu fırtınalara ihtiyacımız vardır.
Çok güzel bir yazı ve muhteşem güzellikler,
Elinize sağlık
Şanslı insansınız bunu bilin
Çok teşekkürler.. Antik Coğrafyacı Strabon’un bir sözü vardır ve onu hep hatırlarım. ” Tanrı sevdiği kulu uzun yaşaması için Datça yarımadası’na bırakır ” diye. Uzun kısmına bir şey diyemem ama burada dolu dolu bir yaşamımız oldu, şanslı olduğumun bilincindeyim. Selamlar..